Noir Désir

0 yorum

Noir Desir

Fransa'da büyük bir dinleyici kitlesi olan Noir Désir, solist Bertrand Cantat'in karısınının ölmesine sebep olmasıyla beş yıl aradan sonra tekrar müzik piyasasına girdi sayılır.

Çılış şarkıları "Gagnant Perdants ve Les temps de Cerises"'e dailymotion'dan erişilebiliyor.

Özellikle Gagnant Perdants'da "nous on ne veut pas être des gagnants mais on ne veut pas être des perdants"* demeleri bana güzel geldi. Diğer şarkıları Lemps de Cerises'in sözlerini Jean-Baptiste Clément 1886 yılında yazmış, müziği de Antoine Renard'a ait.

Fransa'da çok konuşulan "Noir Désir yeni bir sayfa açabilecek mi", "Katil bir solisti olan grubu Fransa affedebilir mi" tartışmaları arasında Noir Désir eski günlerine geri dönecek gibi. Hiç olmazsa benim düşüncem ve isteğim bu yönde.

*kazanan olmak istmiyoruz ama kaybeden de olmak istemiyoruz.

Rezillik Diz Boyu

0 yorum



Akp Milletvekili Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül: “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?”.

Akp Milletvekili Abdülkadir Akgül:"Devletim ve milletime karşı gelenleri elbette vurmaktan hoşlanacağım. İnsan olanlar var, insanlık suçu işleyenler var. ‘Dur-vur’ yasasına göre, devlete karşı suç işleyenler varsa elbette vurulacaktır. Türkiye’de adalet herkese fazlasıyla uygulanıyor zaten".

Tayyip Erdoğan'ın "ya sev ya terket" polemiği.

Deniz Baykal'ın çarşaflı kadınlarla seçim propagandası yapması.

Yahu bu siyasilere ne oldu? Ak Parti değil miydi insanları dinine, ırkına göre hiçbir zaman ayırmayacağım diyen. Merkez'in, herkesin partisi olan. Bu işte bir terslik yok midur? Bizatihi Tayyip Erdoğan'ın sözü değil midir, "kürt sorununu çözmek için elimden geleni yapacağım". Şimdi partisinin vekilleri herkesi vurmakla nasıl tehdit edebiliyor? Nedeni belli, seçimlerin yaklaşması. Bir de tabii TSK ile Ak Parti yakınlaşması gün geçtikçe büyüyor. Türkiye’de TSK’yla yakınlaşmanın önemli bir unsur olmasını, “Cumhuriyet” sıfatını üzerine kalın harflerle bastığımız, demokratiğini iliştirdiğimiz ülkede çok normal buluyorum, yakınlaşsın bakalm. Yakınlaşsın da bu sefer de ucubelikler CHP’den geliyor. Şu alttaki rezalete bakın. Sakın yanlış anlaşılmasın “rezalet” çarşaflı kadınlar değil, Deniz Bayka’ın onca söyleminden sonra kendini böyle bir karede konumlandırması. Bu seçim telaşına daha neler göreceğiz, hadi bakalım?

çarşaf deniz baykal

Koptu Kervan

1 yorum



Benim de Pınar sayesinde haberim olan bu grubun ilk dinlediğim şarkısı lazca olması dolayısıyla tabii ki "avlaskani cuneli". Sonrasında Hey gidi dünya hey- zaten bu şarkının sozleri de hakikaten harika-. Çok böyle bizden, çok samimi müzik anlayışları var. Biraz aradım google'da, aşağıya uludağsozluk'ten alıntılanmış bir yorum koyuyorum. Şarkılarını dinlemek istiyorsanız, buradan indirebilirsiniz.

etnik müzik yapan sokak çalgıcıları.
son olarak beşiktaş'ta kadıköy iskelesini terk etmek zorunda bırakıldıklarında gördüm onları, nerede çalacaksınız şimdi dedim kadıköy diyecek oldu grup elemanlarından biri sonra vazgeçti, anladığım kadarıyla zor yaptıkları, yaşamaları. lakin sonra çok da geleceklerini umursamadan, ne kadar diye sorulduğunda gönlünden ne koparsa diye cevap verdikleri ve sattıkları albümlerini dinledim. haliyle kulağıma yabancı geldi çaldıkları müzik, hayranlık uyandırıcı ancak, küçümsenecek birşeyden bahsetmiyoruz. koptu kervan; hintçe, farsça,türkçe, ibranice, yunanca, lazca ve kürtçe şarkılardan oluşan 12 şarkılık albümlerinde bize sesleniyorlar, her ne kadar bizim coğrafyamızdan enstrümanlarıyla bizim coğrafyamızdan diller ve tınılarla olsa da henüz ne dedikleri anlaşılmıyor, suçlu onlar değil tabii ki; kendimize ve çevremize yabancılaşıp seçici geçirgen özelliğimizi kaybederken yani ölürken yani ne sunulursa kabul ederken yani yuvarlanırken biz, onlar bize bir şeyler söylüyorlar.


koptu kervan albümünün tracklist' i ise şöyle;
1 -jay radha(hintçe)
2 -tu in zamune(farsça)
3 -bhala kisika(hintçe)
4 -hey gidi dünya(türkçe)
5 -hine ani(ibranice)
6 -kokina hili(yunanca)
7 -ganga(hintçe)
8 -sevdim seni(türkçe)
9 -sada nirantara(hintçe)
10-avlaskani(lazca)
11-ayodeya(hintçe)
12-zamane dostaniye(kürtçe)


buraya yazarken eksik bir şeyler olduğunu düşünerek şunları eklemek istedim. hayır coğrafyamızdan değil söyledikleri, başka bir şey yapılan; yani kültürümüzü ve çevremizi tanıyalım değil olan biten. düşüncem odur ki pek de bir amaç olmadan hareket edilmenin neticesinde bir yere ulaşılmış, modern insana yabancı ve önemlisi yabani gösterilen, sonra da ikiyüzlülükle bizlere gizemli diye satılan, tanıtılan değil sömürülen kültürlerin yani 'ötekilerin' içinde bulunduğu bir albüm olmuş.
müthiş bir dinginlik var.

Uludağ Sözlük

[Parmaklıklar Ardında] Selim Bölükbaşı - Selimina

0 yorum

Selim Bölükbaşı

Selim Bölükbaşı

Bu aralar TV’de “Parmaklıklar Ardında” adlı dizinin fragmanında çalan bir lazca müzik var. Kazım Koyuncu’nun Hayde albümününde de olan Selimina adlı bir şarkı. Söz ve Müzik Kazım Koyuncu’ya değil Selim Bölükbaşı ve Harun Bölükbaşı’na ait ama dinlerken şarkının yarattığı yoğunluk tıpkı Kazım Koyuncu’nun şarkılarındaki gibi. Kesinlikle dinlemenizi öneriyorum.Kazım Koyuncu’nun albümünde olduğu için Kazım Koyuncu- Selimina diye aratırsanız, download editörlerin’de bulabilirsiniz.

Selim Bölükbaşı - Selimina

Sölzerini de Türkçe’ye çevireyim:

avlaskani şkala celevuluti
gugum elibi do tsarişa uluti
hindoy va makitxu si nak uluti
mo moğodi haşo e beymuradi

avlun’un(senin) oradan aşağı iniyordum
güğüm(içine su doldurulan hazne) asmış suya gidiyordun
o zaman(o an) soramadım, sen nereye(ne kadar süre) gidiyordun
bana boyle neden yaptın be muratsız

Bu işler nasıl işler bizden habersiz işler

0 yorum

İlker Başbuğ

TSK belki de tarihinin en zor günlerini yaşıyor. İlk kez TSK'ya karşı çok ağır eleştirileri ve suçlamaları bu dönemde duyuyoruz. Benim de çizgisini çok yadırgamadığım Taraf Gazetesi'yle başlayan TSK'yı şuçlama furyası bugün bir çok gazetenin ve yazarlarının bu furyaya katılmasıyla sürekli büyüyor. Bu eleştirinin odak noktası tabii ki son dönemde artan şehit sayısı. Dağlıca baskınında verdiğimiz 12 şehit ve sonrasında Aktütün'deki 17 şehitten sonra TSK'nın görevini kusursuz bir şekilde yapıp yapmadığıyla ilgili tartışmalar sürüyor. Özellikle Taraf Gazetesi, Dağlıca baskınıyla ilgili resmen TSK'nın bu baskını önceden bildiğini ve önlem almadığını söyledi. Bu söylemin manası: TSK, askerlerin ölmesine bir amaç uğruna göz yumdu. Bu benim aklıma pek yatan bir söylem değil ama Taraf bu iddiayı gayet mantıklı nedenler üzerine oturtmuştu. Şimdi ise Aktütün baskınıyla ilgili birçok yazar aynı şeyleri söylüyor.

TSK'nın yapısı eleştirilebilir mi? TSK, terörü bitirmek konusunda başarılı mı? Tek başına terörün bitirilmesini sağlayabilir mi? Terörün beslendiği unsurlar neler? Terör sadece bir gerilla örgütü müdür? Hükümet'in bu konuda attığı adımlar başarılı mı?

Öncelikle TSK'nın yapısıyla başlayalım. Eskiden vicdani ret'çilerin seslerini bile duymazken artık militer yapının bir parçası olmak istemeyen kimseler tarafından daha sesli bir şekilde duyurulmakta. Dahası bu kişiler TSK'yı başına buyruk bir kurum olarak görmekte ve sanki iktidardan bağımsızmış gibi hareket etmesini eleştirmektedir. Sadece bunlar da değil, TSK'nın iç yapısını da eleştirenler var. İki ay eğitim alıp teröristle çatışan askerlerin olması beni rahatsız ettiği gibi bir çok kişiyi rahatsız ediyor. Bir de tabii vatani görevini TSK kurumu çalışanlarına ve ailelerine hizmet ederek geçiren insanların olması da hoş değil.

TSK'nın net bir şekilde terörün silahla bitirilemeyeceğini kamuoyuna duyurması gerekiyor. Bu iş silahla bitmez, bitemez. Bölge halkının kazanılması gerekiyor. Lakin çok derin bir tezat bizi karşılıyor bir noktada. Bölge halkının neredeyse yarısını oluşturan bir kesimi DTP'ye oy veriyor. TSK ise DTP'yi düşman olarak görüyor ve hiçbir şekilde kendisine muhatap kabul etmiyor. Aslında bu doğru bir davranış çünkü PKK'yla bağları bu kadar somut olan bir grubu muhatap almak, bu grubun içindeki kişilerin elini sıkmak demek şehitlerimize yapılan bir ihanet olur. FAKAT. TSK, bu kişileri kaale almayarak DTP'ye oy veren ciddi bir kesimi de kaale almamış oluyor. Yani DTP'yi terörist yandaşı olarak gördüğünü ve bu doğrultuda eylemini bu partiyi iterek gösterirken ona oy veren yüzbinleri de terörist yandaşı olarak etiketliyor. Burası işin içinden çıkılamayan nokta ve tabii ki bu noktanın kaldırılmasını sağlayabilecek tek unsur var. Gerçekten DTP sadece ırki özgürlüklerini istiyorsa bunu gösterip terör örgütleriyle dolaylı ya da doğrudan bir ilişki kurmayı kesip, gerçekten "demokratik" hakları için savaşmalı. MHPvari etnik milliyetçiğinden kesinlikle vazgeçmeli. Baskın Oran'ın bu konudaki bir sözü çok hoşuma gitmişti: "...Biz sizi Türk milliyetçiliğine karşı desteklemeye geldik. Yalnız, bir milliyetçiliğin bir günden bir güne bir başka milliyetçilikten farkı yokmuş. Biz sizi aynı zamanda Kürt milliyetçiliğine karşı desteklemeye geldik."

Tabii ki sadece iki kutup arasında cereyan eden bir konudan bahsetmiyoruz. Terör, beslendiği kaynaklar ve beslediği kaynaklar olarak iki yola ayrılıyor. Biliyoruz ki bu beslediği kaynaklar içinde T.C vatandaşı insanları da var. Bu kaos ortamından kar elde eden insanlar olmasa bu sistem bu kadar uzun yaşayamazdı. 1978- 2008 tam 30 sene. 30 sene sadece bir fikrayat uğruna insanlar savaşamaz. Bunun altında dış mihraklar, iç mihraklar olmasa ve devlet Kürtleri kendisine küstürmek konusunda bu denli başarılı olmasaydı terör bunca yıl teşekkül etmiş olmazdı. Bu yüzden terör sadece bir çok bilinmeyen parametreden oluşan "bir" denklem değil aynı zamanda bu parametrelerin oluşturduğu "bir çok" denklemden oluşuyor. Dolayısıyla Gauss teoremiyle gidebileceğimiz en iyi nokta bu parametrelerin oluşturduğu tek bir denklem elde etmek olabilir ama bu çözüme yaklaşılmış anlamına gelmez bilakis çözümden uzaklaşmış oluruz.

Hükümet'in bu konuda 2007 yılında dillendirdiği yardım paketi ve o bölgede bir çok fabrika kurulması fikrinin yerinde yeller esiyor. Daha hiçbir şey yapılmış değil. Bu arada
AKP'nin o bölgede DTP'ye ortak olmasını da çok ince ayrıntılarda aramak gerekmiyor. AKP'ye olan inançtan ziyade "ya dinime ya da dilime oy veririm" zihniyetinden daha ileri gitmiyor. Şimdi ise AKP'den gördükleri ya da görmedikleri destekten sonra AKP'nin yine aynı başarıyı o bölgede göstermesi çok zor. Kaldı ki gün geçtikçe sağa doğru kayan AKP'nin o bölgede eski başarasını göstermesi büyük bir tezat olur. Bakalım...

Diyebildiğim terörü bitirecek TSK değildir bilakis TSK, DTP'ye olan -maalesef doğru da olsa- tavrı nedeniyle, bir kesimi sürekli terörist olarak suçlamış oluyor. Dolayısıyla TSK'nın bu konuda elinden gelen bir şey olamaz. DTP artık inisiyatifi eline almalı ve bir terör örgütü maşalığından "Demokratik Toplum Partisi" mizacına bürünmeli. Bürünebilmeli. Bunlardan da önce hükümet, daha önce sözünü ettiği yatırımları bir an önce faaliyete geçirmeli. Ve hepsinden önemlisi: "Toplumsal Barış". Bu en ama en önemli iç unsur. Birileri, diğerini öteki olarak gördüğü sürece, bu işe bir çözüm bulmak neredeyse imkansız olacak.

Fenerium

0 yorum

Deniz Feneri

Dün, Almanya’da yayınlanan Deniz Feneri iddianamesinin Türkçesini okuma fırsatı buldum. Açıkçası iddianame’de şahısların, tanıkların ifadeleri gidişatı değiştirecek kadar değişmediği sürece Tayyip Erdoğan’la ilişkilendirilebilecek bir perspektif çok gerçekçi durmuyor. Deniz Feneri Davası vesilesiyle hoş olmayan bir tartışmaya da seyirci oluyoruz. Tahmin edeceğiniz üzere Doğan- Erdoğan tartışması. Şahsım adına bir taraf olamadım ve olamayacağım da. Bir Galatasaraylı olarak Beşiktaş- Fenerbahçe maçını izlerken duyduğum hissiyatı bu iki zatın tartışmasında da aynı şekilde duyuyorum. Maç berabere biter diye umuyorum fakat illa da biri kaybedecekse bu Fenerbahçe olsun isterim. Bu minvalde Fenerbahçe’nin Tayyip Erdoğan olduğunu söylemekte fayda var.

Tayyip Erdoğan diyor ki: Aydın Doğan böyle, böyle(Hilton, CNN Turk) hukuki olmayan isteklerde bulundu, biz ona destek vermediğimiz için bizi karalama kampanyasına başladı. Bir de üstüne ekliyor: “Bunlar böyle götürdü paraları, devleti böyle soydu”. Madem böyle bir durum var, şimdiye kadar neyi, neden beklediniz... 7 yıldır o koltukta oturuyorsunuz. Madem herşey bu kadar safi, çıkıp bu adam da böyle böyledir demek çok mu zor. Acaba basın- yayın organlarının nerden baksanız %50’sinden fazlasına sahip olduğu için mi susup kaldınız... Acaba seçim kampanyalarında gemiler çıkar, yolsuzluklar çıkar ortaya diye mi sustunuz? Böyle samimiyet olmaz. Bunun adı düpedüz adam kandırmaca. Millete Doğan şöyle yaptı, böyle yaptı şeklinde atıp, tutmak kolay -doğru olsa dahi- nerdeydiniz 7 sene biri bunun cevabını vermeli. Bu “Köprüyü geçene kadar” hikayesinden başka bir şey değil. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” fikriyle hareket ederken iyi, size dokunlunca, külhanbeyi naraları... Bu kadar adi bir siyaset anlayışı olamaz, olmamalı. Bunun hesabı verilmeli. Asıl üzerinde durulması gereken nokta budur. Ciner grubu olsun, diğer iktidar yanlısı ve doğan gruptan olmayan gazeteler bunun üzerine gitmeli.

Aydın Doğan’a gelince. Aydın Doğan bana kalırsa sözüne en son güvenilecek insanlardan biri. Siz imar izni 43 bin m2 olan yeri sadece 255 bin dolara alacaksınız. Ondan sonra bunu bilmem kaç m2′ye çıkartmak isteyeceksiniz. Bunun anlamı nedir? Düşünün ben bir arazi satıcısıyım, arazime imar izni en fazla 2 kat veriliyor. Ben de buna göre düşünüp ederini 200 milyar koyup satıyorum. Alan adamın bunun için imar iznini tamamen hukuksal olmayan bir şekilde 12 kata çıkardığını düşünün. Bunun bana kaybı yaklaşık 1 trilyondur. Aynı şekilde eğer Aydın Doğan bu izni alabilseydi, Emekli Sandığı, tam 1.250 milyar dolar zarar edecekti. Yani milletimiz tam 1.250 milyar dolar zarar edecekti. Bu ne ahlaka, ne sosyal-devlet’e(ki gerçi biz değiliz zaten) uyan bir davranış. Bunu geçiyorum, Tayyip Erdoğan’ın Ertuğrul Özkök hakkında söylediklerine tamamen katılıyorum. Hürriyet gazetesi Doğan’ın nasıl isterse öyle şekillendirdiği insanları yönlendirme aracından başka hiçbir şey değildir.

Sonuç olarak kazananı öngörülemeyecek bir savaşla karşı karşıyayız fakat ben söyleyeyim ikisi de birbirlerine ne kadar zarar verdiklerini düşünüp tekrar masaya oturabilirler. Aksi halde, Tayyip Erdoğan bu Deniz Feneri mevzusunda suçlu olsa, böyle stratejik bir hata yapmazdı. Aynı şekilde Doğan’ın elindeki bilgilerin çok önemli olduğunu düşünse bu oyuna girmezdi. Hatta bu durumu Pokerle açıklamak çok daha kolay olacak gibi. Poker de blöf ve arttırmak diye iki kavram vardır; Erdoğan, Doğan’ın blöfünü yemediği gibi üstüne de bir hayli arttırdı. Gördüğüm kadarıyla Doğan da çekilip, “oyun içinde arttırdığı paraları” kaybetmektense Erdoğan’ın arttırdığını da arttırdı. Bunun karşılıklı arttırmalarla nereye kadar gidebileceğine hep beraber şahit olacağız. En sonunda kartlar açılacak ve kimin kazanacağını göreceğiz.